HAREMDE DÖRT KADIN

“Tarihten kaçmak, namustan, doğruluktan, bilgiden kaçmaktır.”

“Büyük bir tarihi olmayan, böyle büyük bir tarihe dayanmayan toplumlar, hiç bir şart altında, bir büyük milli edebiyat-sanat yaratamazlar, böyle büyük bir edebiyat ve sanat yaratamadıkça da dünya edebiyat ve sanatının vardığı çizgiye katiyen ulaşamazlar.”

Kemal TAHİR

1910’da İstanbul’da doğup, 1973′te İstanbul’da yaşamını yitiren yazarımız Kemal Tahir, deniz yüzbaşı ve Sultan II. Abdulhamid’in yaverlerinden olan babasının görevleri nedeniyle ilk eğitimini Türkiye’nin çeşitli yerlerinde tamamlar. … Karagöz gazetesinde başyazarlık, Tan gazetesinde yazı işleri müdürlüğü yapar. 1938′de Nâzım Hikmet’le beraber Donanma Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nde “askeri isyana teşvik” suçlamasıyla yargılanır. 15 yıl hapse mahkum olur. 12 yıl muhtelif cezaevlerinde yatıp, 1950’de genel afla özgürlüğüne kavuşur. Özellikle hapishane günlerindeki gözlemleri, klasikleşmiş romanlarına temel oluşturacaktır.

İlk kitaplarında daha çok köy sorunlarına eğilen yazar, daha sonra Türk tarihinin ve özellikle yakın tarihin olaylarını ele alır. Devlet Ana,Kurt KanunuRahmet Yolları KestiYorgun SavaşçıBozkırdaki Çekirdek bu kitaplara örneklerdir.

“…Gurbet Kuşları’ndan sonra bir ileri adım, bir farklı adım atmam söz konusu olduğunda tarihi-gerçekçi bir film yapmayı düşündüm. Bizi özellikle batı toplumlarından ayıran tarihi farklar nerede gözüküyor? …. Kemal Tahir’in bir ön çalışması vardı. İttihat ve Terakki’nin dört kurucusunun Tıbbiyedeki ilk toplantılarıyla başlamaktaydı hikayesi. … Tarihi gerçekçilik açısından çok ilginçti. Fakat benim yapmayı düşündüğüm şeye sığmayacak bir genişlikteydi.” (HALİT REFİĞ Düşlerden Düşüncelere Söyleşiler, İbrahim Türk, kabalcı Yayınevi, 2001, s.190-191.)

Paşa (Unutulmaz Sami Ayanoğlu. Fatih’i canlandırmasıyla bilinir) hareminde üç karısının yardımıyla giyinmektedir.

Mekan olarak özellikle dev bir konak seçilmiştir. … Paşa’nın haremden konukların alındığı odaya ilerleyişi bitmek bilmez bir geçiştir dolayısıyla. Yol boyu arap uşağın “Destur!”, komutu ile koşturarak hizaya giren uşaklar, yalının çalışanları saygıda kusur etmezler. Sıranın sonunda da haremin doktoru (Cüneyt Arkın) ve Paşa’nın yeğeni Rüştü (Tanju Gürsu) vardır.

Paşa’ya ağız yaparak yağ çeken kadınlar, onun karşısına saçları çözülü çıkan evin çalışanlarından Ruhşan’ı (Nilüfer Aydan) paylarlar. Dördüncü olarak geleceğinden şüphelendikleri odur.

Doktor Cemal, aslında Ruhşan’a aşıktır …

Hiçbir şeyden habersiz halde terzinin alındığı odaya gelen Ruhşan, burada, misafirlerin önünde sözlü saldırıya uğrar ve dayı dediği, babası yaşındaki adamı baştan çıkarmakla suçlanır.

Doktor Cemal’e kötü haberi, kıza olan aşkını bilmeyen arkadaşı Rüştü verir.

Paşa’nın dördüncü kadını istemesinin asıl sebebi çocuk sahibi olmaktır. … Bu çocuk meselesi haremin kadınlarını ahlaksız ilişkilere zorlar. Hatta Gülfem, bu amaç uğruna Paşa’nın yeğeni Rüştü ile bile birlikte olmayı kafaya koyar.

Filmde modernleşme ve alaturka karşılaşmasını, harem kadınları ile Frenk terzinin bir araya geldiği sahneler temsil eder. Bir sabah erken uyanan terzi, yalıda kadınlara bakınırken hepsinin aşağıda namaz kılmakta olduklarını görür. Günlerden cumadır ve tatildir. Kadını da çalıştırmaz ve birlikte gezmeye çıkarlar. Ona merak ettikleri Avrupai yaşantıyı sorarlar. Bir noktada konu Jöntürklere gelir ve kadınlar ürkerler. Hatta onları Osmanlı olmamakla, padişah düşmanı kaçaklar olmakla suçlarlar.

Osmanlı üzerinde İngiliz ve Alman hakimiyeti için bir mücadele sürüp gitmektedir.

Bu arada Cemal’in Jöntürk arkadaşı Emin (Önder Somer), evlerine verilen bir baskından yaralı kurtulmuş halde Cemal’e sığınır. Cemal, oraya bakılmayacağını düşünerek arkadaşını hareme saklar. Paşalar arası rekabet neticesinde eline geçen kozu kullanmak isteyen Almancı Nizamettin Paşa, adamlarını Sadık Paşa’nın yalısına göndermiştir. Paşa evini arattırmak istemez.

Ama yaralı adam ölmüştür. Paşa olay duyulursa hepsini geberteceğini söyleyerek haremi tehdit eder. Çıkar yolu kalmayan Cemal, Jöntürklerle birlik olduğunu amcasına itiraf eder. … Filmin en önemli ve bence Kemal Tahir’in birebir Türk aydınlarını sorguladığı sahnesi de burada gerçekleşir. Paşa, amaçlarının halkın, Anadolu’nun mutluluğu olduğunu anlatmaya çalışan yeğenini “Anadolu’yu seviyorsunuz da İstanbul’da işiniz ne? Niçin Avrupa’ya atıyorsunuz kapağı?”, diye çıkışır. “Yılanın başı İstanbul’da.”, diyen yeğenin bu lafı bardağı taşıran son damla olur. Paşa akrabası olduğu için sadece onu kovmakla yetinir.

Nizamettin Paşa’nın adamıyla (Hüseyin Baradan) yalı bahçesinde bir araya gelen Rüştü, Paşa’nın aradan çıkarılmasına karar verildiğini … öğrenir. Buna yardımcı olursa taltif olunacaktır. Hem Paşa’nın tüm mal varlığı ve haremi de ona kalacaktır.

… hiçbir şeyden haberi olmayan Paşa, hevesle gerdeğe hazırlanmaktadır. Doktor Cemal ise Rüştü’nün bulaştığı tertibi anlamıştır ve bunu Paşa’ya haber vermek ister. Kızı gönderip geriye döner.

Baskında çıkan çatışmada Cemal’in de yardımıyla Paşa tüm düşmanlarını alt eder. Hatta buna alet olduğunu anladığı yeğeni Rüştü’yü de alnından vurur. Harem kadınlarının “vurun şu ırz düşmanı Jöntürk’ü!”, diyerek işaret ettikleri Cemal’e silah doğrultanları Paşa durdurur ve Cemal’in gitmesine izin verir. Ama bu defa da ona iflah olmaz bir aşkla bağlı Mihrengiz Hanım karşısına çıkacak ve başkasına gitmekte olan sevdiğini böğründen bıçaklayacaktır. “Bir Jöntürk’ü öldürdüm! Padişahım çok yaşa!” nidasıyla yere kapanan Mihrengiz Hanım, gözyaşlarına boğulur. Ruhşan dışarıda, karanlıkta gözü geride, hala Cemal’i beklemektedir.

… filmin jeneriğinde senaristin kimliği geçmez. Halit Refiğ, … bunu Kemal Tahir’in özellikle istediğini, sinemada isminin anılmasını istemediğini, salt romancı olarak tanınmak istediğini belirtiyor (s. 193).

Sadık Paşa, filmde özellikle karikatürize edilmiş, ama ilginç bir şekilde filmin dramatik yapısını da (Sami Ayanoğlu’nun dengeli oyunu sayesinde) zedelemeyen bir tipleme. Padişaha sadakati söz konusu olduğunda gerçekten adı gibi sadık, ama iş takibi adına yabancılardan rüşvet almaktan da geri durmayan Paşa, aslında yaptığı çoğu şeyi kendisinin ve ailesinin namını korumak adına yapıyor. …

Filmin oyuncuları genelde iyiler ve rollerinin hakkını veriyorlar. Ama çoğu karakter o yıllar Türk Sinemasındaki ortak probleme kurban giderek iki boyutta kalıvermişler. Bunun yine dönem alışkanlıkları göz önüne alındığında mucizevi şekilde aşıldığı karakterler, haremin eskiden gelen üç kadını Şevkidil, Gülfem ve Mihrengiz Hanımlar. Bu karakterler yaratılırken ortaya konan temel unsurlar üç kadın oyuncu (sırasıyla Ayfer FerayPervin Par ve Birsen Menekşeli) tarafından öyle maharetle taşınıyor ki, onların sahneleri boyunca en ufak bir sarkma hissi geçmiyor seyirciye. Hatta özellikle Pervin Par ve Birsen Menekşeli sanat hayatları boyunca canlandırdıkları ve onlarla özdeşleşen tiplemelerin hayli dışına çıkıyorlar. Tam olarak gösterilmese de kadınladan ikisi arasında yaşanan lezbiyen ilişki de sinemamızda bir ilktir.

Haremde Dört Kadın, tam da yeni bir yüzyılın arefesinde geçer. Bu da bir anlayışın, yaşam tarzının, politikanın bitip, yenisine kapı açılmasının bir nevi metaforudur. …

Film, Türkiye’den önce İtalya’da, davet edildiği Sorrento Film Şenliği’nde gösterilir. Türkiye’deki ilk gösterimleri iç açıcı olmaz. Halk esprilere gülmez. Filmi yarıda bırakır. 1966 Antalya Film Festivali’ndeki gösterimde, daha filmin başlarında gericiler makine dairesini basıp filmi parçalarlar. Jüri göremez bile filmi. 1974’te, İsmail Cem TRT’nin başındayken televizyonda gösterilir film, iş siyasi hadiseye döner. Sorumlular hakkında soruşturma açılması gündeme gelir. Neticede film, yapımcıları açıdan ticari bir fiyasko halini alır ve hayli karalanır.

 

Günümüzden bakıldığında Haremde Dört Kadın, anlatısı bakımından, meseleyi ele alış tarzından ve ilginç oyunculuklardan kaynaklı nedenlerle izlemeyenler için cazibesini korumaktadır. Metin Bükey’in müzikleri de dönem atmosferinin yaratılmasında hayli katkı sağlar.

(Yazının tamamı için www.sekans.org sayfasını ziyaret edebilirsiniz)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir