Arşivcilik

Kitabımın bir bölümünde de uzun uzun anlattığım gibi, arşivcilik bir hastalıktır. Bende daha ortaokul yıllarımda, Almancıların kesin dönüşte yanlarında getirdikleri videokasetleri toplamakla başlayan biriktirme serüvenim, bugün bana on altı bini aşkın filmden oluşan bir hazine sağladı.
Bir sinema yazarı için iyi bir şey elbette. Hakkında yazmaya oturduğunuz film, elinizin altında oluyor. Ama öte yandan sonu olmayan bir uğraş bu. Sinema sektörü her an, dünyanın ummayacağınız bir köşesinden çıkıp, kulağınıza gelen yeni bir keşfe açıktır. Ona yönelmeden edemezsiniz. Nasıl edinirim diye çıpınır durursunuz.
Onları saklamak da ayrı bir derttir. Videokasetlerim çoktan bozuldular. Onların Dvd ya da divx kopyalarını toplamam yıllarımı aldı.
Bu işin en güzel yanı ne biliyor musunuz: Artık ümidi kestiğiniz, her yerde kayıp ilan edilmiş nadide bir yapım abiden çıkar biryerlerde karşınıza, dünyalar sizin olur! Metin Erksan’ın Karanlık Dünya’sı, Ümit Utku’nun Yılmaz Güney’li Koçero’su gibi bir sürü sürpriz yaşadım bu uğraş yıllarında. Ve bugün artık hiçbir filmin kayıp ilan edilemeyeceğine kanaat getirdim. Yakıldı denen bir sürü yapım bile teker teker gün ışığına çıkıyor.
Geçmiş yapımların değeri bunda yatıyor. Arıyorsunuz. Bugünkü cilalı, pop kültürüyle yıkanmış filmleri seyrettiğiniz anda yaşıyorlar. Çoğu ertesi güne bile kalmıyor…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir