İKİSİ DE CESURDU

1960 darbesi ve onunla gelen birtakım özgürlükler, Türk sinemasında görece bir özgürlük ortamının doğmasına ve bununla birlkte sinemamızın “Toplumsal Gerçekçilik” denen kısa süreli, ama verimli olmuş, kendinden sonraki Türk filmlerine de birtakım etkiler bırakmış bir akıma geçmesine neden olmuştur.

Bu özgürlük ortamı, dediğimiz gibi, “görece” idi. Çünkü bir yandan da sanatçılar, yazdıkları, söyledikleri şeyler nedeniyle içeriye alınmaktaydılar. Sinemaya şanslı bir başlangıç yaparak doğrudan başrollerle giren Yılmaz GÜNEY de bu sanatçılardan biri olacaktır. “Üç Bilinmeyenli Eşitsizlik Denklemleri” adlı öyküsü nedeniyle özgürlüğünden mahrum edilen GÜNEY, yönetmen yardımcılığı, senaristlik ve oyunculuk görevlerinin tümünü deneyimleyebildiği sinemada o güne kadar sadece üç filmde başrolde gözükmüştür: Bu Vatanın ÇocuklarıAlageyik (Atıf Yılmaz BATIBEKİ, 1959) ve Tütün Zamanı (Orhan Murat ARIBURNU, 1959). Dolandırıcılar Şahı (Atıf Yılmaz BATIBEKİ, 1960), ve Tatlı Bela (Atıf Yılmaz BATIBEKİ, 1961) filmlerinde de yan rollerde oynamıştır.

… 1962 Aralık ayında tahliye olan GÜNEY, Konya’da altı ay sürecek olan sürgün cezasını çekmeye gider. Dönüş filmi olacak İkisi de Cesurdu, bu sürgün döneminde şekillenir.

“63’te sürgünden döndüm, altı yedi ay işbulamadım… Daha önce tasarladığım reji asistanlığı yaparım dedim, küçük roller alırım dedim, olmadı. Kimse bana rol vermedi. O zaman ben şu kararı verdim. Dedim ki ben başrol arıyorum. Ben star olacağım, adım buraya yazılacak… Ancak 63’ün sonunda küçük firmalarla; kapkaççı, hırsız, elini versen kolunu kaptırırsın firmalar var, onlarla çalışırsam belki birşeyler yaparım, diye düşünmeye başladım.”

Şansı yoktur. Şanssızdır, çünkü onlarca yakışıklı jönün zaptettiği sinema ortamında, alelade, hatta bazı açılardan çirkin denebilecek tipiyle kendisine yol açması çok zordu. Ama GÜNEY başka bir şeyi fark eder: O ulaşılmaz güzellikteki aktörlerin aksine, kendisi çoğunluğu temsil etmektedir. Sokaktaki adam ona baktığında kendisini onun yerine koyacaktır. Bunun üzerine düşünür ve kendi oynayacağı senaryolar yazmaya girişir.

İlk filmi için basit, kolayca içine girilebilecek bir konu seçer. Adana’ya sürgüne gelen ve tek derdi buradaki cezasını tamamlayıp, temiz bir şekilde köyüne, annesine dönmek isteyen bir kabadayının hikayesidir bu. Oyunculuğa özenen ve bu filme biraz da egosunu tatmin için yatırım yapan Samim MERİÇ ve ilk filmini çekecek hevesli bir yönetmen olan Ferit CEYLAN çıkar karşısına. Ve film güç bela tamamlanarak piyasaya çıkar.

Filmin çıkışı özellikle Anadolu’da bomba etkisi yapmış ve GÜNEY’i bir anda halkın starlığı konumuna taşımıştır. Oysa film, Beyoğlu sinemalarında hafta bile bulmamıştır! Kıyı bucak sinemalarda harcanıp gideceği düşünülürken, burada çizdiği kabadayı Ali Duran karakteri ilerideki filmleri için bir prototip oluşturarak seyircilerin gönlünü fethetmiş ve GÜNEY’in sinemadaki yerini sağlamlaştırmıştır.

Film, cezasının son kısmı olan altı aylık sürgününü Adana’da geçirmeye gelen namlı kabadayı Ali Duran’ın bu süreçte yaşadıklarını anlatmaktadır. Geldiği bölgenin bir başka namlı kabadayısı daha vardır: Yalçın (Samim MERİÇ). Gerek bölge halkı, gerekse onların ortadan kalkmasını isteyenler, türlü tezgahlarla ve yaydıkları dedikodularla, Yalçın’ın Ali Duran’a meydan okumasını sağlarlar. Oysa Ali Duran bela istememektedir. … Tek amacı sürgününü tamamlayıp tez elden ana ocağına dönmektir. Söylentiler, Ali Duran’ın oteline komşu bir apartmanda kalan küçük kızın da (Hilal ESEN) Ali Duran’a ilgi duymasına neden olur. İkisi dost olurlar. Ali Duran’ın kentte bir dostu daha vardır. Kendisinden sorumlu olan ve Ali Duran’ın çocukluk arkadaşı olan komiser Hüseyin’dir bu kişi (İyi adam oynadığı nadir rollerden birinde, Önder SOMER). …ikili karşı karşıya gelecektir. Ama ikisini de vuran, onların namını almaya hevesli bir kopuk (Enver DÖNMEZ) olur. Yalçın bir sıyrıkla kurtulacak ve sevdiğine kavuşacaktır, ancak Ali Duran, yaralı halde yetişmeye çalıştığı trenin ardından bakarken, küçük arkadaşının kollarında can verir.

Ali Duran, filmin en güzel karelerinden biriyle dahil olur öyküye. Adana garında uzaktan yaklaşmakta olan tren girer kadraja. Bir yönetmenin ilk filminden umulmayacak güzellikte bir çevirmeyle trenin geçişini alır kadraj ve sabitlenir. İnsanların camlara çıktığı vagonlar geçer kadrajdan ve tren durduğunda, iki jandarma arasında kelepçeli elleriyle pencerededir Ali Duran, ağzında sigarası. Kamera ona doğru zum yapar. Tüm bu sekans tek bir çekimle verilmiştir.

Ali Duran’ın kaldığı otelin karşısında oturan küçük kız, merakına direnemez ve onun peşinden gitmeye başlar. Arkadaş olurlar. Aralarında çok sıcak bir sevgi bağı gelişir. Kız karşı pencereden akşamları mandolin çalarak onu neşelendirmeye çalışır. Ali Duran bu kız çocuğundan başka, yalnız gecelerinde duvarına astığı, anasının resmiyle dertleşir.

Sabahın ilk saatlerinde Ali Duran bir barda demlenerek, trenin kalkış saatini beklemektedir. Yalçın onu orada bulur ve silahını ona doğrultur. Ali Duran’ın silahsız olduğunu görünce tabancasını bırakır ve onun üzerine atılır. Ali Duran başta karşılık vermez, ama Yalçın duracak gibi değildir. Kavga kızışır. O esnada sotada fırsat kollayan serseri, Ali Duran’ı arkadan vurur. Ardından Yalçın’a yönelir ve onu kolundan yaralar. İşini bitirmek üzereyken polis gelir. Figen ve Yalçın kavuşmuşlardır.

Ali Duran yaralı haliyle trene yetişmeye çalışır, ama beceremez. İstasyonda son nefesini küçük kızın ve komiser Hüseyin’in yanında verir.

Görüldüğü gibi film, kendisini izleyecek olan ve bir süre sonra seri üretime geçilecek Çirkin Kral öykülerinin tüm klasik öğelerini içinde barındırmaktadır: Silah romantizmi, silah karşıtı sevgili, silaha mecburiyet, kabadayılık raconları, bar ve kahvehane kavgaları, suskun meydan okumalar, içki ve sigara, hepsi, hepsi İkisi de Cesurdu‘da mevcuttur. Başta da belirttiğim gibi, Yılmaz GÜNEY’in sinemasını şekillendirirken izlemeye karar verdiği yol için oluşturduğu bir prototiptir bu yapıt.

Yılmaz’ın sonraki filmlerinin çoğu gibi burada da western motifleri eksik değil. Hatta film, western kodlarına cuk oturmaktadır. Sürekli beklenen düellolar, bar kavgaları, erkeğini dövüşten kollamaya çalışan güzel kadınlar, içki ve kötü kadınlar, ıslık çalarak sinsi sinsi gezen serseri, araya serpiştirilen komik unsurlar. Bu filmde de boyacı tipi, patavatsız berber gibi komik unsurlar, filmin dramını bozmayacak şekilde hikayeye ustaca serpilmiştir.

GÜNEY, gerilimli sahnelerde genelde kabadayı usulü, ceket omuzda görünür. O dönemin filmlerinde bugünün biz insanlarına ilginç gelen bir unsur olarak, erkekler dışarıda kendi güçlerince şık olmaya çalışıp, takım elbise giymektedirler. Bugünün konformist erkeğine silahı dayasanız, kravatla dışarı çıkartamazsınız!

Film, yönetmenlik açısından da bazı şaşırtıcı sürprizler barındırıyor. Yukarıda belirttiğimiz tren sahnesi başta olmak üzere özellikle Ali Duran’la küçük kızın yakınlıklarını gösteren sahnelerde film izleyeni on ikiden vurmakta. Yılmaz’ın filmin sonunda yaralı halde uzun yürüyüşünün alındığı kaydırma ve yere düşüşünün trenin altından gösterilmesi de etkili. Ayrıca, kentin ortasından geçen nehrin sağında solunda bitmeye başlamış sanayileşmenin soluk vurgusu arka planda, ama güzel görüntüler eşliğinde veriliyor.

Neticede İkisi de Cesurdu, GÜNEY’in sürdüreceği uzun maratonda önünü açan film olarak sinema tarihimizdeki yerini aldı. Yönetmeni Ferit CEYLAN ise, GÜNEY’le iki film daha yaptıktan sonra (Her Gün Ölmektense, 1964; Kanlı Buğday, 1965) onunla yollarını ayırdı ve hepsi de avantür olan sekiz film daha yönetti. Son filmi Tekrar Güneş Doğacak‘ı 1972’de tamamlayan yönetmen, 1973’te öldüğünde henüz 38 yaşındaydı…

İkisi de Cesurdu, internet ortamında ulaşılabilen bir film. Ayrıca DVD olarak da elde edilebiliyor.

NOT: Yazının tamamını okumak isterseniz: www.sekans.org

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir