Bazen Kendimize Bile Açıklayamadığımız

Çağatay Balcı kitabım “Bir Mühendisin Sinema Eğitimi” hakkında röportaj yapmak için geldiğinde, en sevdiğim üç filmi sormuştu bana. Bunlar genelde tehlikeli sorulardır, hani, “anneni mi seviyorsun, babanı mı?” gibi, hemde onların yanında sorarlar ya çocuğa. Ne diyebilir ki o anda?
Benimki de öyle işte. O filmleri cisimleştirmiyorum elbette, ama hepsi zihnimdeler ve sık sık bana, gözlerimin içine bakıyorlar. O çok ısrar edince yüreğimi yırtarak delip, sonunda üç isim verebildim ona: Vesikalı Yarim, Baba ve Hababam Sınıfı. Üçünün de ortak yönleri vardı; Yeşilçam’ın has örneklerindendiler, ne zaman bir yerlerde, bir kanalda rastlasam, zaplamayı bırakıp seyirlerine dalıyordum ve… güzeldiler işte.
“güzeldiler işte” lafına dikkatinizi çekmek isterim. Gerçekten de bazı şeyleri açıklamak çok zordur. İnsan çok okumuş, kendini yetiştirmiş olabilir, entelektüel olabilir, Ama bazı etkiler içinde hep kalır. Saydığım üç film ve daha onlarcası karşımıza çıktığında takılmamıza sebep, bize yaşattıkları duygulardır. Vesikalı Yarim’de Türkan Şoray’ın ailesi lehine İzzet Günay’ı bırakıp gittiği sahne içinizi gıcıklayacak, sizi duygulandıracaktır. Bin defa izlemişsinizdir, ama gözleriniz nemlenir. Baba’da Yılmaz Güney, Yıldırım Önal’la hapse girme pazarlığı yaparken ağlar. Daha o anın gelmesine saniyeler varken siz ağlıyorsunuzdur. Hababam Sınıfı’nın tüm esprilerini ezberlemişsinizdir. Ama İnek Şaban ya da Badi Ekrem repliğini söylemeden daha, gülmeye başlarsınız. Ezbere bildiğiniz o filmi gözleriniz neşeyle kocaman açık izlersiniz.
Bu Yeşilçam’ın başarısı ve bize onları tekrar tekrar izlettiren de modern toplumun yaşamamıza ket vurduğu hislerimizi en azından onları izlerken yaşayabilişimizdir. Sırf ağlama isteğinde olduğum fakat normalde ağlayamadığım için aslında komedi filmi olan Beynelmilel’in, tokat yediği babası Cezmi Baskın’ın elindeki nasırları kremlerken ağlayan Özgü Namal’ın bir damla gözyaşının adamın eline damladığı sahneye bakmak adına filmi DVD oynatıcıma koyarım…
Yeşilçam’la, hadi onu geçtim, filmlerle bağınızı koparmayın. Bize insan olduğumuzu hatırlatan son unsurlar onlar. Artık kitap da okunmaz olduktan sonra…

Küçüklüğümün Sinemaları

Bende sinema aşkının doğmasında TRT’nin büyük oranda payı olduğunu kabul etmeliyim. İlkokul 3. sınıfa kadar sinemaya hiç gitmemiştim. Evde benden büyük çocuk yoktu ve babam da çok yoğun çalışıyordu. Annem de bana ve kardeşlerime bakmak zorundaydı ve saire, ve saire. Sinemada ilk izlediğim film işte 1981’de, ilkokul öğretmenimizin bizi sınıfça götürdüğü Cüneyt Arkın filmi, Öğretmen Kemal’di. O gün sevdam ikiye katlandı. Kocaman perdede film izlemek tam bir şölendi!

Sonra Yusuf Amcam kız kardeşimle beni her hafta sonu sinemaya götürmeye başladı. Bazen Zeki amcam da götürürdü bizi sinemaya. Bir defasında bizi Fuar’ın karşısındaki Yıldız Sineması’nda Superman’ı seyretmeye götürdüğünü hatırlıyorum. Yusuf Amcam’la daha çok Konak Sineması’na giderdik. Konak, sanırım 90larda küçük salonlara bölünmeden önce Samsun’un en kaliteli sinemalarından biriydi. Büyük bir balkonu olan, kocaman bir salondu. Samsun’a iyi oyunlar geldiğinde de Konak’ta sahne alırlardı. Öğretmen Kemal’i orada seyretmiştik. Yıldız sonraları üç film birden sinemasına döndü, ama eskiden ailelerin gidebildiği, 1. vizyon filmler oynatan bir salondu. Ama bize uzaktı. Kendi başıma sinemaya gitmeye başladığım yıllarda da çoktan seks sineması haline gelmişti…

Sümer de Yıldız’la aynı kaderi paylaşan bir başka salondu. Düşünsenize, ben Sümer’de Çağrı’yı izlediğimi çok iyi hatırlıyorum. Konak Sineması gibi, güzel balkonu olan, düzgün bir salondu. Cüneyt Arkın’ın Emel Sayın’lı Rüzgar filmine kızlı erkekli gitmiştik. Biz ortaokuldaydık, Sümer’in afişlerinde artık Zerrin Egeliler vardı.

Zafer Sineması vardı yine balkonlu. Tütün Fabrikası’nın ilerisinde, eski Gima’nın karşısındaydı yeri. Zeki Amcam’ın arkadaşıydı sahibi. Arada biletsiz de girerdik filmlere. Amcam ve hayret ki babamla (babam o gün bizle olduğunu inkar eder ama), Üç Adam Ölecek ve Ejder’in Üç Fedaisi’nin ard arda oynadığı bir seansa girmiş, hatta filmleri locadan izlemiştik!

 

O dönemde, yani 80lerde böyle bir uygulama vardı. 1. vizyonun yanına 2. vizyon bir film daha koyar, birlikte gösterirlerdi. İlginç bileşimlerdi bunlar. Bir İbrahim Tatlıses filminin ardından bir Kemal Sunal izlerdiniz. Kareteciler İstanbul’da’yı seyretmek için adını şimdi hatırlamadığım bir Mustafa Topaloğlu filmine katlanmak zorunda kalmıştım bir keresinde. Bu 2 Film Birdenler, kaçırdığınız filmleri sinemada izlemek için güzel bir şans sunuyordu insanlara…

İlker Mutlu bendeniz

Merhaba,
Önce kendimi tanıtayım isterseniz. İlker Mutlu bendeniz. Nisan ’72’de Samsun’da doğdum. Kökenimiz Gümüşhaneli. Aslen inşaat mühendisi olup, halen hem mesleğimi icra ediyor, hem de SEKANS Sinema Kültürü Dergisi’nde (www.sekans.org) sinema yazıları yazıyorum.
FAcebook’ta da Samsun Sinema Topluluğu adında bir sayfam var.
Gerçek bir sinema sevdalısı, hatta delisi olarak bugünden itibaren sizlerle bu tutkumu bu sayfalardan gerek anılarım, gerekse sinema yazılarımla, kitabımdan alıntılarla paylaşacağım.
Hadi hayırlısı…