“Hava döndü işçiden işçiden esiyor yel
Dumanı dağıtacak yıldız-poyraz başladı
Bahar yakın demek ki mevsim böyle kışladı
Bu fırtına yarınki sütlimanlara bedel
Hava döndü işçiden, işçiden esiyor yel”
Can YÜCEL – İŞÇİ MARŞI
“Üç fukara değil. Fabrikaya her türlü zararı vermekten çekinmeyecek üç bozguncu.”
Filmin bir yerinde Kenan Pars, işçilerden yana tavır koyan patronu Fikret Hakan’a böyle der.
…
Gerçekten de Yeşilçam’ın, hatta başlangıcından ‘70lerin sonlarına kadar gelen sinemamızın bir halk sineması olduğu gerçeği inkar edilemez. Bir kere Refiğ’in de belirttiği gibi, doğrudan patronların parasıyla değil, Anadolu işletmecilerinin seyircinin isteği doğrultusunda film yapımını yönlendirmek için patronlara sağladığı bonolarla yürüyen bir sanayi söz konusuydu. Bugün herkesçe bilinen, tanınan yıldızların, Yılmaz Güney’in, Ayhan Işık’ın, Cüneyt Arkın’ın, Türkan Şoray’ın ve daha nicelerinin ortaya çıkışında bu sistemin payı vardır.
…
“Filmin çekiminde kıymetli yardımlarını esirgemeyen “MARSHALL” boya fabrikasına teşekkür ederiz.” Film bu yazıyla başlar ve Nedim Otyam’ın müziği eşliğinde jenerik akarken yeni bir günün başlangıcında İstanbul’u, güneş henüz doğmaktayken izleriz. Bu anlar çoğumuzun daha bilmem kaçıncı uykusunda olduğu anlardır ve biz uykudayken o “karanlıkta uyananlar” çoktan işlerinin, çalıştıkları fabrikaların yolunu tutmuşlardır. Jenerikte film yapımcıları sadece MARSHALL boya fabrikasına teşekkür etmekle kalmaz, kendilerine büyük figüran desteği veren, başta TÜRK-İŞ olmak üzere, tüm işçi sendikalarına da minnetini sunar.
İlk sahnede işçileri, işçibaşı Ekrem’in (Beklan Algan) yönlendirmesiyle koca bir tankı yerine oturtmaya çalışırken izleriz. Nihayet iş başarılıp kalabalık sevince boğulunca yaşlı usta Nuri (Mümtaz Ener) filmin sendikalaşma temasını simgeleyen ilk lafı eder: “Hüner kafayı doğru yolu bulmaya işletmekte. Yoksa neye yarar yaptığın?”.
Ekrem, patron Şeref Bey’in (Atıf Tuna) oğlu Turgut (Fikret Hakan) ile ev taşımak için fabrikadan ayrılırken, işi kontrol etmeye gelen babası, yapılan işçiliği beğenir ve över. Ancak işçiler bu kuru övgüden hoşnutsuzdur. Aldıkları para onlara yetmemektedir. Üstelik çalışma şartları da ağırdır. İthal boyaya karşı yerli boya üretmek derdinde olan patron, bu çaba içerisinde iken işçilerine zam yapamayacağını belirtir. Sendika olaylarına karışan üç işçinin de işine son verir.
İşkolik babasının aksine hovardalığa düşkün olan Turgut’un en yakın arkadaşlarından biri de Ekrem’dir. Ekrem’in çocukluğundan beri oturduğu ama kurtulmaya can attığı kenar mahalleye vardıklarında, Turgut babasının işten çıkardıklarından birinin o mahalleden olduğunu öğrenir.
Sokaklarında top oynayan çocukları, dökük ahşap binaları, seyyar satıcıları ve basma entarili kızlarıyla o dönem filmlerinde başarıyla yansıtılan kenar mahallelerden birisidir burası. Ekrem’in terk ettiği evin sakinleri arasında onu küçüklüğünden beri seven Fatma (Ayla Algan) da vardır. Bu gizli sevdadan habersiz Ekrem ise onu kardeşi görmektedir.
Şeref Bey, sonradan şans yüzüne gülüp zengin, fabrika sahibi olmuş eski bir işçidir. Çalıştırdıklarının çoğu da eskiden birlikte ekmek peşinde koştuğu insanlardır. Oğlu Turgut’un genç işçilerle yakın ilişkisi, bu insanlarla aynı mahallede oturdukları yıllara dayanmaktadır. Oysa şimdi Şeref Bey farklı bir sınıfa dahil olmuştur; kendi karını gözetecek, kendi yeni sınıfından yana tavır koyacaktır. Bununla beraber, Şeref Bey’in yerli üretim taraftarı, sempatik bir tarafı vardır ve ithalatçılarla karşı karşıya kalmak pahasına, bunda ısrarlıdır. İthalatçılar da buna karşılık onun müdürü Fahri’yi (Kenan Pars) elde ederler. Hammadde sıkıntısına düşen Şeref Bey, kaliteden ödün vermek durumunda kalacaktır.
Şeref Bey’le eskiden beri çalışan, onu çok iyi tanıyan emektar Nuri Baba ve arkadaşları, çalışanları kendi sendikaları altında örgütleme savaşı vermektedirler. Yaşam zorlukları ve işverenin anlayışsızlığı onları greve sürüklemektedir. Mahmut adında bir işçi, sendika çalışmaları esnasında olan biteni Şeref Bey’e taşımaktadır.
Ardarda yaşadığı çıkmazlar Şeref Bey’i yorar ve kalp krizi geçirerek ölür. Turgut, mecburen, babasının yerini alacaktır. Ama bu durum serkeş bir yaşam sürmeye alışkın Turgut’u şaşkına çevirir. Bir yandan arkadaşlarının zam ve işten çıkarılanların dönüşü için yaptıkları istekler, öte yandan baştan kendisini teslim ettiği idarecilerin dolapları, onu şaşkına çevirir. Yine de arkadaşı işçilere sabırlı olurlarsa sorunlarını çözeceği sözünü verir.
Bu arada Turgut, Fahri Bey’in ressam yeğeni Nevin’le (Tülin Engin) yakınlaşırken, işçi isteklerini karşılamada çekinik davranışı sebebiyle kendisiyle tartışan en yakın arkadaşı Ekrem ile araları açılır.
…
Boya numunelerinin kalitesiz çıkışı, Turgut’un çok güvendiği bir satışa ket vurur. O da fabrikayı elden çıkarmak zorunda kalır. İşçiler, yeni işverenlerin kendi sendikalarına geçmeleri karşılığında çalışmaya devam edebilecekleri yolundaki tekliflerine karşı çıkar ve grev kararı alırlar. Aileleri ev başka fabrikaların işçileri de onları destekleyecektir.
…
İki sınıfın oturdukları muhitler birbirlerinden keskin hatlarla ayrılırlar. Şeref Bey’in son derece muntazam, köşeli bir mimariye sahip konforlu köşkünün asfalt yolu, evin kapısına kadar uzanır iken, gecekondular ve harap, eski evlerden oluşan kenar mahalledeki yapılaşma düzensiz, evler derme çatma, sokaklar çamur deryası bir haldedir.
…
Filmin ilginç bir detayı da, o dönemde iç içe yaşadığımız ve her sınıfa yayılan azınlıkları net ve oldukça detaylı aktarıyor olması oluşturmaktadır. Gerçekten de fabrikada çalışan, aynı kenar mahallede oturan işçiler arasında Ermenisi, Rumu da vardır ve bizdendirler. Patronlar arasında da Ermeni karakterlere yer verir film. Daha sonraki, özellikle ’70 sonrası filmlerde pek bu karakterlere rastlamayız. Bu çeşitlilik gider, yerini yöre çeşitliliği alır.
…
Bugüne değin izlediğim işçi filmlerinin çoğu yarınlara dair çözüm önerileri sun(a)madan bitiveriyorlar. Karanlıkta Uyananlar için de durum böyle oluyor. Belki birlik olmanın, sendikalaşmanın değerini anlatmayı başarıyor film, ama bunun kalıcılığının nasıl sağlanacağı yönünde bir önermesi yok. Turgut, fabrikayı teslim almaya gelen tröstlere karşı eli kolu bağlanmışken fabrikayı yasa gereği hakları olan yirmi gün daha “kendilerine” çalıştırmaları için işçilere bırakır ve ayrılır. Ya o yirmi günden sonrası?..
…
Film ilk çıktığında ilgi görür. Ancak bir süre sonra sabotajlar başlar. Kayseri’de bir açık hava sinemasında oynarken, ses bombası atılır, perde yırtılır, yaralananlar olur. Sinema sahibi tehdit edilir. Antalya Film Festivali’nde Beklan Algan linç edilmekle karşı karşıya kalır. “Komünistler Moskova’ya” naraları eşliğinde mitingler yapılır. Bunlara tepki göstermek isterler, ama kendilerine mikrofon verilmez.
Yetmiyormuş gibi, bu tepkilerinden ötürü film tekrar sansüre gönderilir. Dört kere sansüre girip çıkan film sonunda aklanır, ama saldırılar daha da yoğunlaşır. Seyirci korkar. Filmi oynatacak sinema bulamazlar. Filmde sevişen Algan çiftinin aslında kardeş oldukları iftirası bile atılır! Neticede film, yapay bir ticari başarısızlığa uğratılmış olur.
Türk sinemasının kendi yapım koşullarından gelen bazı aksaklıklar bir yana, dönemine göre yürekli anlatımıyla, yerinde oyunculuk ve mekan kullanımıyla, günümüzde bize ütopya gelen, o zamana ait gerçek durumlarıyla film, elli sene sonra bile akıcılığından izlenirliğinden bir şey kaybetmiyor. İnsanın o son bölümdeki grev sahnesindeki gibi kabını kaçağını, evdeki yemeğini, eşyasını, pankartını kapıp, onlar gibi koşar adım, direnen boya işçilerinin arasına katılası geliyor…
(Yazının tamamını okumak isterseniz: www.sekans.org)
Yönetmen Ertem GÖREÇ
Senarist Vedat TÜRKALİ
NOT: Bu arada dünkü yazımı teşekkürle bitirecektim,gecenin bir yarısı uykusuzluk, kafa gitmiş. Kusura bakmasın arkadaşlar. GÖLGELER’de hiçbirinin emeğini unutamayacağım başta tüm teknik olanaklarını kullanmamıza izin vereb ve kamerayı bizzat kullanan yönetmen/tiyatrocu/elektrik mühendisi arkadaşım Onur ERDOĞAN’a; ses, ışık ve klaket işinde bize yardımcı olan sevgili kısa filmci/tiyatro oyuncusu/diş hekimliği öğrencisi arkadaşım Sait ALBAYRAK’a, oyuncularım ABdülkerim ATLI, Halil BOZ, Işık YENİGÜN, Sılacan UZUNER, Sertaç BOZ, Buğra DEDE ve küçük yıldızım Ece AYDEMİR’e ve de onu bize yetiştiren inşaat mühendisi arkadaşım Alper AYDEMİR’e müteşekkirim.