roman 3. fasikül

Zeynel Beyaz’ın köşkünün salonu, Battal’inkinden genişti. Ama içi, onunki kadar zevksiz, anlamsız düzenlenmiş değildi. Bu durum Zeynel Bey’den değil, zengin ailesi sayesinde iyi bir eğitim almış, görmüş geçirmiş karısı, Sıdıka Hanım’ın kaynaklanıyordu. Sağ kolu konumundaki Tuncay da zevki sağlam bir adamdı. O da diğer işlerinin yanında köşkün her şeyiyle ilgilenirdi. Zeynel Bey, adamlarına fazlasıyla güvenen, doksana dayanmış yaşı nedeniyle de kendini geride tutmaya çalışan bir barondu. Yaşının gereği verdiği görüntüye rağmen, gözleri karşısında oturanları tartarken son derece canlıydı. Salonda Battal, Turgut, Ali ve Seyfettin, Zeynel Bey’in patron masasının karşısında geniş bir sehpanın etrafına dizili büyük koltuklarda oturumaktaydılar. Tuncay, otuzlu yaşının tüm yakışıklılığıyla, şık kıyafeti üzerinde, sinekkaydı tıraşı ve parlayan dişleriyle Zeynel Bey’in arkasında dikiliyordu. Zeynel Bey, avucuna topladığı beyaz taneli tespihini ceketinin cebine yerleştirdi ve diğer cebinden çıkardığı tabakadan aldığı hapı ağzına attı. Tabakayı geri koyarken, ortaya hitap etti.

“Arkadaşlar, bizim konumumuzda kontrolün altında tutamadığın her şey bir bumerang gibi geri döner, seni vurur. Böyle bir unsuru tamamen ortadan kaldırmaktan başka çare yoktur.”

Battal, bir parça rahatladı, koltuğuna daha bir yerleşti. Ali, Seyfettin ve Turgut, düşünceliydiler. Tuncay gelip, Zeynel Bey’in kulağına eğildi ve birşeyler fısıldadı. Zeynel Bey, toparlanıp kalktı. Diğerleri de kalkmaya yeltendiler. Eliyle işaret ederek durdurdu onları Zeynel Beyaz.

“Rahatsız olmayın. Doktorla randevum vardı, Tuncay onu hatırlatıyor.”

Zeynel Bey ve Tuncay, çıktılar. Battal, kahve fincanını ters çevirip, tabağının üzerine koydu. Zeynel Beyaz’ın salonda başbaşa bıraktığı konsey üyeleri, o çıkınca ferahlamış, genişlemişlerdi. Kendilerine içki doldurup, bacak bacak üstüne attılar. Turgut’un yaşı, Battal’ınkine yakındı. Kiloluydu, konuşurken her zaman nefes nefese kalırdı. Ali ve Seyfettin, ellilerindeydiler. İkisi de zayıf ve esmerdiler. Ama Seyfettin, yüzünün kemikleri derisini yırtacakmışçasına inceydi. Kalın bıyıkları yüzünün yarısını kapatıyor, ifadesizleştiriyordu. Onunla konuşurken gözlerini takip etmek zorundaydınız. Ali, içlerinde en eli yüzü düzgün olandı. Tuncay kadar olmasa bile, o da bakımına, süsüne düşkündü.

“Sığınak?”, diye sordu ortaya Ali.

Battal, ters çevirdiği fincanının altına dokundu.

“Sıcak.”, dedi ve geriye yaslandı. “Sığınağı bilmiyorum. Sadece orada Kasım’ın ekibinin yaşadığını biliyorum. Ne mal ediniyor, ne de para biriktiriyorlar. Basit bir hayat sürüp, sadece işlerini düşünüyorlar.”

“O kadar parayı ne yapıyormuş ki Kasım?”, diye sordu Turgut, nefes nefese kalarak.

Battal, boynunu kaşıdı.

“Kasım, gelen paradan sığınağın ve mekânının giderlerini karşılayıp, kalanını adına hayır işleri yapan bir gruba havale ediyor.”

Ali, güldü.

“Hayır mı, ne hayırı? Bu adam hem şeytan, hem melek rolüne soyunmuş desene!”

“Kötülükle iyilik kardeştir. İkisi de insandan değil mi?”, dedi Seyfettin.

Turgut, Battal’ın önünde kapalı duran fincanı kendi önüne çekip, kaldırdı. Çevirip, içine baktı. Battal, merakla uzandı Turgut’tan yana.

“Anlar mısın? Nasıl?”

Turgut, gülerken öksürüğe boğuldu.

“Bombok!”

***

Cumartesi günü Cumartesi’nin eşlikçisi Çarşamba’ydı. İkili, bir parkta uzak bir köşede, bir ağacın arkasından, Cumartesi’nin hedefini gözlediler. İki, üç banka dağılmış, kendi halinde çiftler vardı. Bir ihtiyar, bastonuna dayanarak ağır ağır yürüyordu. Hedef, bir bankta gazete okumaktaydı.

“Yüz on,” dedi Cumartesi.

Çarşamba adama bakıp, “eh!” manasında başını oynattı. Cumartesi, cebinden çıkardığı resmin arkasına “110 kg” yazdı. Onu cebine koyarken, adama baktı. Hedef, gazeteyi katlayıp, kucağına topladı. Cumartesi, susturuculu silahını çıkarıp, adamı alnından vurdu. Süratle parkı terk ettiler.

Pazar, boş günleriydi. Yedili, üzerlerinde siyah eşofmanlar, ağaçların arasında koşup, kültürfizik hareketleri yaptılar, her Pazar yaptıkları gibi. Sonra, o hafta sıraları gelen Cumartesi ve Pazartesi’nin yardımıyla, bahçeyle uğraştı Pazar. Eline aldığı leğene sebze topladı. Orada işi bitince de, kümesin dışına çıkardığı tavukları yemledi. Akşama doğru yedili, bir yükselti boyunca dizili şişelerle atış talimi yaptılar.

Pazartesi günü Pazartesi’nin eşlikçisi Cuma’ydı. İkili, tren garının karanlık bir köşesinde beklemekteydiler. Hedef, elinde bir evrak çantası, kalabalığın içinde birileriyle konuşuyordu. Pazartesi, Cuma’nın kulağına bir şeyler fısıldadı, kapıya kayıp, dışarı çıktı. Cuma, adama doğru ilerledi ve bir boşlukta elindeki çantayı kapıp kaçtı. Adam onun ardından fırladı. Cuma, parka çekili trenlerin yanına çantayı bıraktı. Hedef, tereddütle durdu. Cuma, trenin ucundan kıvrılıp yitince rahatladı ve çantaya gitti adam. Alıp, içine baktı. İki katarın arasındaydı. Dönünce, trenin diğer yanından kendisine nişan alan Pazartesi’yi gördü. Pazartesi, adamı alnından vurup, yıktı.

Salı günü Çarşamba yine eşlikçiydi. Bu defa Salı’nın yanındaydı. Bir apartmanın girişindeydiler. Susturuculu silah Salı’nın elindeydi. Hedef, gözlemekte oldukları dükkanın kapısından çıktı. Salı, apartman girişinin karanlığına çekilerek namluyu doğrulttu, nisan almaya çalıştı. Eli titremekteydi. Adam, aracına yöneldi. Çarşamba, Salı’nın kolunun titrediğini görünce, ona omzunu dayanak yaptı. Salı, kendini toparladı ve tek gözünü kapatarak ateş etti. Hedefi o da alnından vurmuştu. Binanın içine çekildiler.

Çarşamba günü Çarşamba, eşlikçiliğini yapan Cumartesi ile birlikte, takip ettikleri hedefin ardından bir apartmana girdiler. İşkillenen adam, merdivenleri çıkarken, onlar, takipteydi. Adam, süratlendi. Katına gelince, peşindekilerin yetişeceklerini anlayıp yön değiştirdi, yukarıya koştu. Çatı kata çıktığında, kapıya yüklendi. Kilitliydi kapı. Döndüğünde, ikiliyi merdivenin başında gördü. Çarşamba, susturucuyu takmakta, Cumartesi, merdiven kovasını kontrol etmekteydi. Adamın ağzından boğuk bir hırıltı çıktı. Çarşamba, onu alnından vurdu, gidip, koltuk altlarından kaldırdı, bıraktı. Cebinden fotoğrafı çıkarıp, arkasına yazdı. Otomat söndü.

Perşembe günü Perşembe, az önce devirdiği hedefini, uzaktan takip etmekteydi. Yerde yatan adamın başına insanlar toplanmıştı.

“Ambulans çağıran oldu mu?”, diye sordu bir adam.

Başka biri yerdekini doğrultmaya çalışınca, vurulanın alnındaki kurşun yarası göründü. Kalabalık, özellikle de kadınlar korkup, kaçıştılar.

“Adam vurulmuş!”, diye haykırdı bir kadın.

Kalabalık, muayenehane binasından çıkan Ufuk’un dikkatini çekti. Döndüğünde, ileride dikilen Perşembe ile göz göze geldiler. Perşembe, ona bir an baktı ve kendisini kolundan çeken eşlikçisi Salı’nın ardından yok oldu.

***

Cemil, Emniyet Müdürlüğü’ndeki odalarında kahve içerek, duvardaki harita ile cebelleşen Cumhur’u izliyordu. Cumhur, İstanbul haritasında dağınık noktalara raptiyeli maktul fotoğraflarını incelemekteydi. Bir anda sinirlendi ve resimleri toplamaya başladı Cumhur.

“Kardeş, niye söküyorsun resimleri?”

“Cemil, hiçbir anlamı yok. Cinayetler arasındaki tek bağlantı, adamların alınlarındaki delikler! Aralarında en ufak bir benzerlik yok!”

“Kim olduklarını biliyoruz, Cumhur Komiserim. Delil peşindeyiz.”

Cumhur, topladığı resimleri Cemil’in masasına attı.

“Müdür neden alengirli işleri bize satıyor, garezi mi var?”

“Müdürüm satmadı, kardeş. Ben istedim.”

Cuumhur, şaşkın bakışlarını yüzüne dikmişken, Cemil, masadaki resimlerden birini çekti, adamın kanlı alnına dokundu.

***

Pazar, her gününün yarısını geçirdiği, sığınağın diğer odalarına göre hayli karanlık bir köşede kalan ve hep rutubet kokan mutfağında olmaktan zaten hoşnut değildi. Elleri belinde, ateş saçan gözlerini Perşembe’ninkilere dikmişti. Sıvalı kollarıyla bulaşıktan yeni çıkmıştı ve saldıracak yer arıyordu. Her an bir pot kırmaya teşne, kafasında bin bir soru işareti ile Perşembe de onun bu haline hayli katkı sağlamıştı. Yine de istediği cevabı almadan kızın önünden çekilmeye niyeti yoktu.

“Bak, Pazar. Bir önceki iş sürerken yenisini almak için Kasım’a ne diller döktüm. Ceketimdeydi o resim ve şimdi sende. Bir haftadır kendin getir diye bekliyorum!”

“Ben ne yapacağım senin siparişini? Evin işleri yetmez gibi, bir de sizin işlerinizle mi uğraşacağım?”

“Bunu istediğini bal gibi biliyoruz. Yıllardır Kasım’dan iş bekliyorsun!”

Pazar, döndü, öfkeyle dışarıya yöneldi. O esnada Cumartesi kapıda belirdi. Pazar ile göz göze geldiler. Cumartesi, gözlerini kaçırdı. Pazar, onun yanından sıyrılarak, çıktı. Perşembe, elleri tezgâha dayalı, amaçsızca arandı. Kenardaki, yeni doğranmış sebzeleri gördü. Parmağını tabağa daldırdı ve bir tutam yeşillik alıp ağzına tıkarak, dışarıya çıktı. Cumartesi’yi fark etmemişti bile. Cumartesi, ondan da dalgın, ufacık pencerenin önüne gitti. Dışarıda çamaşır toplamaya girişen Pazar’a baktı. O esnada Perşembe, hızlı adımlarla Pazar’ın yanından geçti. Cumartesi’nin bakışları donuktu. Tezgâhtaki bıçağa dokundu. Çeliğin serini onu bir anda fi tarihinden kalma bir zaman götürdü. O zaman fluydu, yitti yitecek. Bir anda yüzlerce tepeyi, dağı aşmıştı. Nice adını bildiği, bilmediği kuşlar geçmişti üzerinden ve nice türünü bilmediği ekinlerin içinden atlamıştı, tanelerini dökerek. Vardığı yer, bir köy evinin geniş avlusudur, taştan. Yerde, kefenlenmiş bir cesedin ardından kara çarşaflı kadınlar, yüzlerini yırtarak, yüksek sesle ağıtlar yakıyorlar. Altı yaşında bir çocuk Cumartesi şimdi. Üstüne bıçak konmuş, örtülü ölünün başında oturmuş, onun yüzünü seviyor. Süslü dövmelerinden derisi görünmeyen, yaşlı, kemikli bir kadın eli, üzeri işlemeli bir kırmızı tülbende sarılı bohçayı açarak, bir silah çıkarıp, ona veriyor sonra. Ve şimdi iki metre eninde, beş metre boyunda, toprak bir yolun ortasında. Ve elinde tuttuğu, az önce kendisine verilen silah, tetiğine nasıl basılır bilmediği. Titriyor. Buzdan bir göldür sokak. İki el silah sesiyle öyle karanlığa keser ki her yan. Bir adam, onun küçücük bedenini, eski bir arabanın arka koltuğuna tıkıp, yanına oturuyor. O el kadar hali Cumartesi’nin, gözden yok oluncaya kadar köyünü seyrediyor, arabanın kirli arka camından.

Bıçağın elini kestiğini hissetmemişti bile. Parmağındaki kanı emerken, onu saracağı birşeyler aradı etrafta. Tezgahın altına, arkasındaki tüpü, kapı kaçağı gizlemek için çekilmiş örtüyü aralayıp baktı. Başını kaldırdı. Musluğun yanında duvara çakılan iki çivi arasına gerili ipte, Pazar’ın az önce elini kuruladığı elbezleri asılıydı. Onlara dokundu. Onlarda Pazar’ı hissetmekti amacı, onun parmaklarının sıcağını duymaktı. Kızın kızacağını bile bile, olardan birine sardı kanayan parmağını.

***

Elçin Beg, Battal’ın gazinosunun önünde, kendisini getiren taksiden indi, yakasında karanfil. Paltosunu kolundaydı. Kulübün duvarındaki sanatçı, dansöz ilanlarına, ışıltılı tabelaya baktı bir süre, süslü kapıyı inceledi. Otuz küsür yıl önceki gazinodan çok farklıydı görünüşü şimdi. Hatta kafasına yanlış adrese geldiği şüphesi yerleşti bir an. Gülümsedi. Zihninde, bir seferde hem de, ne çok anı belirip, yitmişti. Ve işte yıllar sonra içeriye adımını atıyordu. Fuaye kısmı eskiden de bu kadar karanlık mıydı? Vestiyerin yerini değiştirip, sağa almışlar. Canavar Hamdi dururdu bankonun arkasında. Bu defa, en fazla on yedisinde, çıtı pıtı bir genç kız… Salona giriş kapısında dikilen korumayı gördü sonra. Hamdi’ye ne kadar da benziyordu. Ama onun yarı yaşında olmalıydı. Belki de oğluydu Hamdi’nin. Sol taraf tuvaletler. Sonra yanlış hatırladığına güldü. Her şey yerli yerindeydi. Dekoru modernleştirmişlerdi bir parça. Hem, Canavar, yıllar önce iki bıçak darbesiyle devrilmişti, sarhoş bir müşteri tarafından. Elçin Beg, kıza nazikçe gülümseyerek, paltosunu uzattı. Kız, duvar saatine bakıp, ona döndü.

“Beyefendi, elbette siz bilirsiniz, ancak program bitmek üzere.”

“Sadece on dakika kalacağım.”, dedi Elçin Beg, Azeriliğinden kaynaklı kırık bir Türkçe ile.  Para çıkarıp, tezgâha bıraktı. Kız, paltoyu asıp dönünce, parayı gördü, gülümsedi. Elçin Beg, kapıya yönelecekken koruma onu durdurdu.

“Silahınız var mı beyefendi?”

Elçin Beg’in yüzündeki nezaket yitti. Koruma, onu aramaya yeltenince, bir adım geriledi. Sonra kıza baktı, gülümseyerek kollarını kaldırdı. Koruma, onun üzerini yokladı ve geri çekildi.

“Cebinizdeki nedir?”

Elçin Beg, elini ceketinin içine soktu ve oradan bir tabaka çıkardı, korumaya verdi. Genç, tabakayı açıp, içine baktı ve kapatıp geri verdi.

“Kusura bakmayın. Girebilirsiniz.”

“Önemli değil.”

Elçin Beg, kapıya yönelmişken, tuvaletler tarafından mütevazı, fakir kıyafetiyle, başı tülbentli temizlikçi kadın, elinde bir kovayla çıktı. Elçin Beg, onu hatırlamıştı. Kadınsa bir anlık baktığı Elçin Beg’i tanımadı. Otomatik bir yorgunluk ve yaşlılığın verdiği ataletle, salon kapısına yönelmişti ki, aniden kendisine çıkışan, vestiyerdeki genç kız, onu olduğu yere çivileyiverdi.

“Arkadan dolan demedim mi ben sana?

Temizlikçi kadın cevap vermeden yaşının elverdiği süratle, diğer dipteki depo tarafına geçti. Elçin Beg, arkasından hüzünle baktı. Sonra, korumanın araladığı kapıdan kulübe geçti. İçeriye göz gezdirdi. Çoğu masa boştu. Olan müşteriler iyice sarhoş, bir yandan tıkınmakta, bir yandan iştahla dansözü seyretmekteydiler. Çalgıcılar yorgundu. Garsonlar, müşterileri ikna ederek masaları toplamaya çalışıyorlardı. Elçin Beg, aradığını bulmuştu nihayet. O yöne yürüdü. Gittiği masada Battal, önünde viskisi, oturmuş, tabağındaki çerezi karıştırmaktaydı, düşünceli. Sürekli gözünün içine bakan bir garson, masanın yanında, ayakta bekliyordu. Salih, ileride, karanlık bir köşede oturmaktaydı. Elçin Beg, tam Battal’ın arkasında durdu. Battal, onu fark etmedi; dalgın, viskisini yudumlamaya devam etti. Elçin Beg, onun yanına sandalye çekip, oturdu. Salih, bir anda ayaklanıp, masaya yönelmişken, Battal, göz ucuyla durdurdu onu. Bakışlarını yeniden bardağına çevirdi. İkisi, birbirlerine hiç bakmadılar. Elçin Beg, sakince dansözü izliyordu. Garson, masaya eğildi.

“Battal Bey, misafiriniz bir şey alacak mı?”

“Ona sor.”

Elçin Beg, yüzünden eksik etmediği nazik gülümseyişiyle, garsona döndü.

“Kırmızı şarap ve limon suyunda dilimlenmiş havuç lütfen.”

Battal, garsona işaret etti.

“Bir viski bardağı getir beyefendiye.”

Yüzü ne kadar da ifadesizdi. Elçin Beg, kendisininki kadar tanıyordu Battal’ın çehresini. Onun ne düşündüğünü, ne hissettiğini anlamak için gözlerine, yüz çizgilerine, dudaklarına bakmak hiçbir şey ifade etmezdi. Battal, garsonun getirdiği bardağa viski koydu, Elçin Beg’in önüne sürdü. Elçin Beg, bardağa baktı ve seyrine döndü. Dansöz, son hareketlerini yapıp selam verirken, Elçin Beg, kurnazca gülümsedi.

“Asıl sanatçınızı çıkarmıyorsunuz?”

Battal, öfkelenmişti. Kalkmaya yeltendi. Elçin Beg, kolunu tutarak durdurdu onu. Battal, kolunu çekti. Elçin Beg, nezaketini koruyarak hitap etti ona:

“Oturun, Battal Bey. Basit bir isteğim olacak. Döndüğümü çoktan duymuş olmalısın. Beni öldürtmek için hazırlığını da yapmışsındır tezden. Senden ricam, beni başkasına havale etmemendir. Kaçacak, gizlenecek değilim. Neyi aradığımı, niçin döndüğümü biliyorsun. Her hafta bugün, cumartesi gecesi bu saatlerde buraya geleceğim. Gayrisi sana kalmıştır.”

Battal’ın yüzündeki öfkeyle karışık, kararsız ifade, ancak kaşının seğirmesinden belli oluyordu. Önündeki içkiyi bir anda kafaya dikti ve Salih’e işaret etti. Salih kalkıp, koşar adım çıktı salondan. Battal garsona döndü. Sertti.

“Beyefendi içkisini bitirip kalkacak. Misafirimdir. Para almayın,” dedi ve masadan ayrıldı.

Elçin Beg, doğruldu. Ellerini masaya dayayarak biri boş, biri dolu bardaklara, ardından kapıya baktı. Döndüğünde, garsonla göz göze geldi.

“İçmeyecek misiniz?” diye sordu garson.

Elçin Beg, düşünceli düşünceli gülümsedi. Başını iki yana sallayarak, bardağı garsona uzattı. Salon kısmını terk ettiğinde, korumayı aradı gözleri nedensizce. Delikanlı, dış kapının kıyısında sigara içerek cep telefonuyla konuşuyordu. Vestiyerdeki kız, Elçin Beg’i görünce paltosunu vermek için askılara döndü. O esnada temizlikçi kadın, elinde kovayla depodan çıktı. Kızla göz göze gelince ürküp, geri girmeye yeltendi. Elçin Beg ona seslendi:

“Hanımefendi!”

Kadın, şaşırmıştı. Tedirgin, döndü. Sigara ve içkiden çatallaşmış sesiyle karşılık verdi:

“Bana mı seslendiniz?”

Vestiyerdeki kız bıyık altından güldü. Elçin Beg, kadının yanına gitti. Gözlerinin içine bakarak gülümsedi ve yakasındaki çiçeği çıkarıp, tülbendine sıkıştırdı, nazikçe elini öptü onun.

***

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir