BİR DURUN

Bi durun! Daha fazla inşaat yapmayın. Para kazanmanın başka yolları da var. Üretime yönelin. Zenginliğe giden yol sadece bir kişinin üç, beş, on eve sahip olması değil. Betona boğulmaya ne kadar mesaklısınız. Hem de koştura koştura. “Yarın beton atmam lazım, bir an önce ruhsatımı verin.” “Şurada da iki karış yer kalmış, orayı da ben kapayım da bir gökdelen dikmenin yoluna bakayım.” Durun ne olur? Bu inşaat sevdası yüzünden sinema, tiyatro binaları, kütüphaneler, insanların iki nefes alacağı bahçeler yıkıldı. Samsun’daki güneydoğudakiyle aynı şiddette bir depremde bu yapı stoğunuzun %40’ının ayakta kalacağı belli değil. Durun!

“Körün gözü açıldığında, kırdığı ilk şey bastonudur.” Sabahattin Ali

BARINMA HAKKI

Bugün akşam TİP genel başkanı Erkan Baş, Candaş Tolga Işık’ın Az Önce Konuştum programında çok güzel, vurucu bir şey söyledi. Barınma hakkının en temel insan haklarında biri olduğundan bahsetti. Oysa bugün gelinen bu vahşi, doymak bilmez ortamda bir insanı geçtim, bir çiftin ömür boyu biriktirdiği paranın insanca yaşayabileceği bir ev almaya yetmediği gerçeğiyle bir kere daha yüz yüze geldim. Böyle bir hakkın Türkiye’deki tek kar unsuru haline getirilmesi gaddarlıktır, vahşiliktir. Ömür boyu çalıştığımız yetmiyormuş gibi, o eve sahip olmak için krediler çekip, emekli olduktan sonra da yıllarca o borcu ödemek durumunda kalıyoruz. Ne için? Sonunda bir depremin vurup elimizden alması için. Herkesin konut edinmesinin önünü açamıyorsanız, her kent için yüzlerle, binlerle ifade edilen boş ev, konut fazlası, yani gereksiz stoğun anlamı ne? Canavarca yeşili katletmenin, üstüne üstlük kot farklarının, yanlış imar uygulamalarının, dengesiz yapılaşmanın neden olduğu, yarattığı düşmanlıklar mutlu mu ediyor sizi? Belediyeye her gün en az iki şikayet geliyor “Vay, bitişik inşaat benim duvarımı yıktı, vay şu perseldeki bina manzaramı kesti, bana niye üç kat, ona yirmi kat?” diye söylene söylenen insanlardan. Samsun olarak biz bir deniz kentiyiz değil mi? Sahile yürüme beş dakikalık mesafedeki Esenevler Mahallesi neden nefes alamıyor? Bitişik nizamdaki yüksek binalara daha eski alçak katlı binaları öldürtmenin anlamı ne? Ve bu gidiş nereye? Çocukluğumun her tarafı bahçelerle dolu Samsun’unu özlemeyeyim de ne yapayım? O incir ağaçları… Şimdi o ağaçların üç misli, beş misli müteahhidimiz var. Hep aynı binaları, birbirine yapıştıra yapıştıra yapan müteahhitler… Bu düzende bir yanlışlık var. İnsanın en temel haklarından biridir barınma ihtiyacı, başta dediğim gibi. O hakkına ulaşmak için tüm bir ömrünü ipotek altına sokmak durumunda bırakılmamalı. İhtiyaç fazlası binalar da kente yüktür. Kalabalık nüfusa değil, nitelikli nüfusa sahip olmaktır asıl mesele. Kentin ihtiyacı olan konut miktarı belirlenerek, verilecek izinler yeni binalara öyle verilmelidir. Naçizane fikrim, bir inşaat mühendisi olarak.

İnşaat mühendisi demişken; bu hırsı o derecede yaygınlaştırdınız ki, daha çok proje almak uğruna fiyatları kırıp mesleğin değerini düşüren arkadaşlarımız fabrikasyon, özensiz, müteahhidin, dahası mimarın isteklerine göre çizimler hesaplamalar yapmaya başladılar. Para hırsınız yüzünden üç kuruşa çalıştırdığınız şantiye şefi meslektaşlarım, hayatlarını idame ettirebilmek için alabildikleri kadar iş almakta ve inşaatları layığıyla kontrol edememekteler. Hesabında daha az demir çıkardığı için müteahhitlerce tercih edilen mühendislerin olduğunu gülerek anlatan yine müteahhitlerin kendileri. Sözüm tüm müteahhitlere değil elbette. İstisnalar ayrı. Ama genel yaklaşım bu.

Lafı fazla uzatmayayım. Ama biraz yavaşlayalım ne olur? Samsun, Samsun olmaktan çıkmasın… Art arda depremler yaşanıyor memlekette. Biz de bir fay hattının yakınındayız…

ÇARESİZLİK

İnsanoğlunun, hele ki şu olmazın olunur kılındığı teknolojik çağda, doğal afetler karşısındaki acizliği, göreni üzdüğü kadar şaşkınlığa boğuyor. Akşamları daha eni depremi yaşamış, onun yıkımını atlatmaya çalışan güzelim şehirlerimizin şimdi de sel afetiyle karşı karşıya kalması nasıl bir kaderdir, daha doğrusu kader midir?

Benim kısa bir zaman zarfında bu türde ikinci bir yazı paylaşmam, elimden başka yapacak bir şey gelmemesindendir. Peki, tüm bir halk olarak, en azından aklımızı başımıza almamız ve neler yapılabileceği üzerine kafa yormamız da mı mümkün değil? Burada amacım politika yapmak değil, kafamı neredeyse delip geçecek düşünceleri paylaşmak. Bu düşüncelere neden olan acının tarifi yok gerçekten. Düşün düşün, içinden çıkamıyor insan. Ama bazı yanlışlıkları da idrak ediyor zamanla.

Sivil toplum örgütleri, odalar yeniden güçlendirilmeli ve eski hakları yeniden geri verilerek asıl vazifelerini yapabilmelerine imkan verilmelidir. Her şeyi özelleştiremezsiniz. “Devletin hantal yapısı” bahane edilerek, mesela inşaatların kontrolünü özel firmalara açmak, sonucu belirsiz bir meseledir. Bunun yerine o özel firmalarda mali yönden çok da iyi olmayan şartlarda çalışan mühendisleri belediyeler bünyesinde istihdam ederek kamu adına çalıştırabiliriz ve böylece yapıların kontrolü anlamında belediyelerin elini güçlendirebiliriz.

Sırf bu da değil, yapılan projelerin eskiden olduğu gibi oda denetiminden de geçirilmesi, bu projelerin çifte kontrolü açısından bir sigorta görevi görecektir. Bu durum müteahhitlerin aceleci tavrına, “Bir an önce ruhsatımı verin! Beton sipariş ettim ben!” feryatlarına rağmen yapılmalıdır hem de. Depremden de ders almamışlarsa daha da hiçbir şey onları kendilerine getirmeyecektir zaten. Beton numunelerinin dayanım testlerinin 28 güne kadar yayıldığı bir ortamda haftada bir tabliye atma yoluna giden müteahhitlerden pek bir umudum olmasa da…

Liyakat, liyakat, liyakat. Artık bu ülkede esas alınacak ilke bu olmalıdır. Her şeyde olduğu gibi müteahhitlik sektöründe de böyle olmalıdır. Aksi takdirde elbette ki müteahhit, “Kardeşim, ben ilkokul mezunuyum. Param var inşaat yapıyorum. Ben mi projesini yaptım? Ben mi denetledim?” der ve kenara çekilir. Daha az demir ve beton çıkaran mühendise götürür projesini. Her kamyondan numune almayacak, hatta mümkünse inşaatın yolunu bilmeyecek denetim firmalarına düşürecektir işi. Evet, düşürecektir diyorum. Çünkü havuz konsepti de bu işi çözmüş değil. İstediği firmaya denk düşene kadar yeniden havuza düşürebiliyor müteahhit firma kendini.

Sivil toplum kuruluşlarından korkulmasın. Bu örgütler (kimi muhalif de olabilir), temelde işlevleriyle devletin işleyişine destektir. Onun yetişemediği yerde organize olur, çözüm getirir. Bu, devlet için bir ayıp ya da eksiklik değildir.

İnsanlarımız şimdi de selden ölüyorlar. Yarın?…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir